28 Nisan 2015 Salı

Dava



            Kafka okumalarıma Dava'yla devam ettim. Bu kitapla bir süre Kafka okumamaya karar verdim. Kendimi hazır hissetiğimde Şato ve Amerika adlı eserlerini de okumayı istiyorum.

          Gelelim Dava'ya: Ben fotoğrafını paylaştığım yayınevinin kitabını okudum. Malesef çeviriyi beğenmedim. Cümle düşüklükleri, devrik cümleler -ki devrik cümleler beni rahatsız etmez- bu kitapta beni çok rahatsız etti ve okumamı zorlaştırdı. Konu itibarıyla da zor ilerleyen bir kitaptı. Hatta bazı yerleri tekrar tekrar dönüp okudum. Dili ağır ve çeviri de güzel olmayınca kitap tam bir eziyete dönüştü.

        Kitap Josef K'nın tutuklanmasıyla başlar. Bu tutuklama, çok değişik bir tutuklamadır;  çünkü tutkludur ama işine gidip gelmeye devam eder. O işine devam ederken Dava'sı da devam eder. Kitap boyunca neden dolayı tutuklandığını ve davasının konusunun ne olduğunu merak edip durdum. Ama ne yazık ki kitap bitmesine rağmen öğrenemedim. Çünkü Kafka ısrarla bu konuya değinmiyor. Kitapta ilginç olan şeylerden biri de herkesin bu davadan haberinin olması. Kitapta ki tüm kahramanlar davayı biliyor ama okur bilmiyor. Bir ara acaba yazar davanın ne olduğunu söyledi de ben mi kaçırdım diye düşündüm. Geri dönüp tekrar okuduğumda kaçırdığım bir şeyin olmadığını fark ettim.

           Kitapta zaman zaman saçma şeylerle de karşılaşıyorsunuz. Mesela mahkeme salonları ve bu salonlardaki insanların tavırları, gerçekleşen konuşmalar bana acaba "Josef K rüya mı görüyor?" diye düşündürdü. Çünkü çok saçma adeta bir rüyayı andıran şeyler yaşanıyor. Örneğin Josef K, mahkeme salonunu ararken bir isim uyduruyor ve girdiği odalar da bu ismi söyleyip orada olup olmadığını söylüyor. Derken bir salonda bu isimde birini buluyor ve ne tesadüftür ki bu Josef'i yargılayan yargıç çıkıyor. Neyse...



          Kitabı okurken bazı bölümlerin yazar tarafından tamamlanmadığını ya da silindiğine dair notlar görüyorsunuz. Kitabı anlamak zorken bir de tamamlanmamış ve silinmiş bölümlerin oduğunu görmek "acaba kitap bu bölümlerin olmamasından mı zor anlaşılıyor" gibi bir soru uyandırıyor insanın aklında..

            Yazar aslında Dava'yı sembolik anlamda kullanıyor. Anlatmak istediği şey kişinin yaşamda hapsolması dava ise kişinin yaşama uğraşıdır. Önünde sonunda hepimiz bu hayatta tutsağız ve hepimiz hayat davamızın  sonunda tıpkı Josef K gibi idama mahkum olacağız, yani öleceğiz. Kafka'nın hayatı bir hapishane olarak görmesini çok karamsar buldum. Sanırım bu biraz da onun psikolojik yapısından kaynaklanıyor. Sembolik anlatımları severim ama kitabın zor okunması ve çevirinin kötü olması beni çok yordu.

       Eğer Kafka okumak isterseniz bence başlamanız gereken kitap Dönüşüm olmalıdır. Dava'yla başlarsanız Kafka okumaktan vazgeçebilirsiniz. Dönüşüm bana göre çok daha iyi bir kitaptı.

22 Nisan 2015 Çarşamba

Dönüşüm



            Çok uzun zamandır kitap okuyamıyordum. Zola'nın Din ve Laiklik Çatışması adlı kitabı elimde kalmıştı. Buradan yanlış anlaşılmasın Zola'nın kitabı çok güzel, okuyamamak benden kaynaklanıyor. Bende ara ara okuyamama hastalığı ( hastalık diyorum çünkü kitap okuyamadığım zaman mutsuz oluyorum) baş gösteriyor, bir süre kitap okuyamıyorum. Sonra da hani acıkırsınız acıkırsınız sonra masadaki tüm yemeklere saldırırsınız ya işte öyle bir iştahla yoğun bir kitap okuma sürecine giriyorum. Sanırım yavaş yavaş kitap konusunda acıkma noktasına gelmişim.
     
           Bu açlıkla, tam yirmi yıl sonra tekrar, dün oturdum Kafka'nın Dönüşüm kitabını okudum. İlk okuduğumda üniversite yıllarındaydım ve Gregor Samsa'nın neden bir böceğe dönüştüğünü anlaymamıştım. Hatırlıyorum kitabı da sıkıcı bulmuştum ve bir an önce bitsin diye okumuştum.

             Yıllar yani yaş kesinlikle kitapları anlamamızda çok önemli bir faktör. Dün bu kitabı yeniden okuduğumda, büyük bir zevk ve merakla okuduğumu farkettim . Merakla okudum, çünkü kitabın sonunda ne olduğunu hatırlamıyordum ( acaba yıllar önce kitabı bitirmemiş olabilir miyim? Kitapları yarım bırakmak pek adetim değildir ama???). Kitabı bitirdikten sonra önsöz ve sonsöz kısımlarını da okudum. Kitabın çevirmeni Ahmet Cemal'e teşekkür etmek istiyorum. Hem çevirisi çok güzeldi ( dupduru bir Türkçe'yle yazılmış) hem de önsöz ve sonsözde ki yazıları açıklayıcı ve bilgilendiriciydi. Kitabın en son kısmında ise Kafka'nın mektuplarından ve güncesinden Dönüşüm'le ilgili pragraflar eklenmişti.

            Benim okuduğum kitap Can Yayınları'na aitti. Yukarıdaki fotoğrafta Can Yayınları'nın kitap kapağı. Bunu neden vurguluyorum, çünkü kapağın üzerinde böcek resmi var. Kitapta Kafka'nın mektuplarını okurken yayınevine yazdığı bir mektupta kapakta böcek fotoğrafı olmamasını özellikle rica eder. Keşke Can Yayınları da bu ricaya uysaydı ve hatta Kafka'nın hayalindeki kitap kapağını yapsaydı.

           Gelelim kitbın konusuna: Kitabın ana kahramanı Gregor Samsa, bir sabah uyandığında kendisinin böceğe dönüştüğünü görür. Kendisi ve ailesi bu durumdan dolayı dehşete kapılır, ama yapılacak bir şey yoktur, bir süre sonra durumu kabullenirler. Odasından hiç çıkmaz ve doğal olarak işinden de kovulur. Bu süre zarfında kız kardeşi Grete, O'na en yakın olan kişidir. Odasıyla ve yiyecek gibi ihtiyaçlarıyla kızkardeşi ilgilenir. Zaman geçtikçe Gregor'un bu durmu ailesini daha çok rahatsız etmeye başlar ve içten içe ondan kurtulmak isterler. sonunda açlıktan ve hastalıktan ölür ve ailede rahat bir nefes alır. Hatta Gregor'un öldüğü gün gezmeye dahi çıkarlar.

          Kafka'nın aslında anlatmaya çalıştığı şey; farklı olan kişilerin, gerek aileleri ve gerekse diğer insanlar tarafından nasıl dışlandığı, sürüye uyulduğu sürece problem olmadığı ama sürüden farklı olunca nasıl baskı altında kaldıkları anlatılmaya çalışmış. Bunun içinde olabilecek en kötü ( benim için geçerli bu) örnek seçilmiş ve böceğe dönüştürülmüş.

        Hakikaten çevremizde gördüğümüz ve böcek muamelesi yaptığımız çok farklı ve sıradışı yaşayan insanlar var. Onları dışlıyoruz çünkü bize benzemiyorlar, çünkü bizim gibi olmuyorlar. Bizim gibi olmamaları onları aşağılamamıza bile neden oluyor. Dedikodu yapıyoruz, alay ediyoruz, baskı kuruyoruz. Ne için? Bizim gibi olması için. Sanki bizler çok matah kişileriz...

          Kafka müthiş bir eser vermiş ve çok güzel anlatmış, dışlanmayı, baskıyı ve sonunda yok etmeyi. Ben beğenerek ve üzerinde de düşünerek okudum. Eğer okumadıysanız tavsiye ederim mutlaka okuyun.

21 Nisan 2015 Salı

Aykırı Kumpanya

          Cumartesi akşamı CKM'de Enver Aysever'in Aykırı Kumpanyası'nı izledim. Arkadaşım Ayşegül tavsiye edince, hiç vakit kaybetmeden biletleri aldım ve de gittim. İyiki gitmişim çünkü bu yıl Kadıköy'de ki son gösterisiymiş. Siyasi bir oyun olduğu için seneye oynar mı oynamaz mı belli olmaz ( dilerim oynar ve kanalından kovulduğu gibi tiyatrosu da yasaklanmaz. Bu ülkede ne zaman nerede ne olacağı bilinmiyor malesef).


            Oyunda ilk dikkatimi çeken solistin değişmiş olmasıydı. Nitekim Enver Aysever'de bu durumdan bahsediyor ama neden değiştiğini açıklamıyordu. Bu oyun ilk oynandığında solist olarak Sibel Alaş vardı. Şimdi tanımadığım ama sesini çok beğendiğim bir bayan vardı.

         
                 Oyun baya uzun yaklaşık üç saat sürüyor. Ama hiç sıkılmıyorsunuz. Konu ise şu anki Türkiye, 80'lerdeki Türkiye ve 50'lerdeki Türkiye. Herkesi konu edinmiş Enver Aysever. Herkesi konu edinince duygularda birbirine karışıyor tabi... Berkin Elvan'da ağlarken Aziz Nesin'de gülmeye başlıyorsunuz, Madımak Katliamında ağlarken Süleyman Demirel'e gülüyorsunuz derken Nazım Hikmet'te ve Deniz Gezmiş'te tüm duygularınız boşalıyor. Ne yalan söyleyeyim gülmekten çok ağladım. Baz yerlerde hem güldüm hem ağladım.Aslında anlattıkları bildiğim şeylerdi ama Enver Aysever'den dinlemek daha keyifliydi.
    
               Bu arada şaşırdığım şeylerde oldu: Enver Aysever çok iyi bateri çalıyordu. Aykırı Sorular programında bateri çaldığını görmüştüm ama bu kadar iyi değildi. O gece,  usta sanatçılara taş çıkardı diyebilirim. Kendisinin açıklamasına göre,  işten çıkarılınca kendini davula vermiş.

      
               Oyunun şarkıları, oyundaki müzisyenlere ait, bazı şarkıların sözleri ise Enver Aysever'e aitmiş. Şarkıları da çok beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.

              Eğer bu oyunu izlemediyseniz ve siyasi espirileri seviyorsanız, tavsiye ederim bence izlemelisiniz. Sevgiler...

19 Nisan 2015 Pazar

Operadaki Hayalet

        Perşembe akşamı Zorlu'ya gittim çünkü biletlerini taaaaa eylül ayında aldığım Phantom Of  The  Opera'nın  günü gelmişti.Opera'ya geçmeden önce yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum.


            Geçen yıl eylül ayında bilet satışları başlamıştı, bilet fiyatlarını görünce dudaklarım uçuklamıştı. Müzik öğretmeni arkadaşım "kesinlikle gitmelisin" deyince, dudaklarımın uçuklamasına rağmen biletimi aldım hem de ikinci balkonun en arka sırasında. Çünkü en ucuzu o sıraydı ve 59 tl'ydi.


           Perşembe akşamı gidipte koltuğumu görünce atalarımızın sözünün bir kez daha doğru olduğunu gördüm: "Ucuz etin yahnisi yenmez". Yani size nasıl anlatsam bilemiyorum adeta kuş bakışı olabilecek bir koltuk almışım. Şöyle örneklerle açıklayabilirim durumu:
Örnek1: Her tarafı cam olan bir asansörden on kat aşağıya baktığınızı düşünün, başınız döner bir tuhaf olursunuz ya işte benim koltuktan sahne aynen öyle görünüyordu.
Örnek 2: Operadaki hayaletin avizesinin üstünden izler gibiydim.

     Neyse uzatmayayım oturduğum yer kısaca rezaletti. Derken ikinci rezalet baş gösterdi. Biletlerimizi alıp koltuklarımıza oturduk ve saat 21.00. Operanın başlaması gerekiyor, derken bir anons:

        "Sayın izleyicilerimiz oyunumuz güvenlik dolayısıyla yarım saat gecikmeli olarak başlayacaktır. Anlayışınız için teşekkür ederiz. Saat 21.30'da koltuklarınızdaki yerlerinizi almanızı rica ederiz."

      Ne güvenliği? Kimin güvenliği? Seyricinin mi oyuncuların mı güvenliği tehlikede? Tabi ki bu sorularıma cevap bulamadım.

     Veeee üçüncü rezalette saat 21.30'da gerçekleşir. Perde açılır oyuncular sahneye çıkar. Aaaaa o da ne??? Yazılar sahnenin üstünde değil çaprazında!!! Tam komedi yazıların olduğu tarafa mı bakacaksınız yoksa sahneye mi?? Allahtan konuyu biliyorum. Ne yaptım dersiniz sadece sahneye odaklanmaya karar verdim.
        
              Ben bu kararı verirken dördüncü rezalet baş gösterirrrrrrrrrrrrr. Müzik başlar ve birdenbire kesilir. Yeniden perde kapanır. Belirsiz bir bekleyiş başlar?? Derken o bildik anons cümlesini değiştirerek bize seslenir.

          "Sayın konuklarımız güvenlik nedeniyle sıkıntı yaşıyoruz beş dakika içinde sizleri bilgilendireceğiz. Lütfen koltuklarınızdan ayrılmayın."

          Beş dakika değil tabiki tam 20 dakika bekledik. Normalde saat 21'de başlaması gereken gösteri Saat 21.50'de başladı. Tabi sinirler gerildi. Artık  bu moralle zevkte alamam izleyeceğim operadan, dedim.



          Ama ne oldu dersiniz 21.50'de durum 180 derece değişti. Muhteşem bir sahne performansıyla harika ikibuçuk saat yaşadım. Hem kulağa hem de göze hitap eden müthiş bir opera. Bu kadar sıkıntıya bu kadar eziyete değdi mi derseniz kesinlikle değdi. Ama bilet fiyatlarının bu kadar pahalı olmasını kınamadan da geçemeyeceğim. Bu sanatseverlere yapılan bir haksızlık diye düşünüyorum. Böylesine güzel bir şovu herkes ama herkes izleyebilmeli ve her bütçeye uygun hale getirilmeli, hem de acilen.

      Son olarak da bence o benim oturduğum koltuk sırasını da kaldırsınlar. Satmasınlar bile. Öyle yer mi olur canım..

      Uzun bir aradan sonra yeniden yazmanın sevinciyle herkese sevgiler ve selamlar...