29 Kasım 2014 Cumartesi

Giselle


         Bugün harika bir şey yaptım. Süreyya Operası'nda Giselle Balesi'ni izledim. Tek kelimeyle muhteşemdi.


         Giselle balesi, romantik balenin başyapıtlarından biri olarak gösteriliyor. Kalbinden rahatsız olan ve dans etmeyi çok seven fakir kız Giselle ile gerçekte zengin olan ama bunu Giselle'den gizleyen Kont Albrech'in aşkını anlatıyor. Birinci perdede aşkın tüm coşkusunu tamamen hissettiren sanatçılar ikinci perde de ölümün bütün hüznünü aynı derecede hissetiriyorlar.


            Eser konusunu Almanya'nın önemli şairlerinden biri olan Heinrich Heine'nin "Almanya Üzerine" adlı eserinde anlattığı "Wililer Efsanesi" nden alınmış. Bestescisi Fransız Adolphe Adam. Eserin asıl amacı aşkın ne kadar yüce olduğunu gösterebilmekmiş ( İstanbul balesi bunu gerçekten başarmış). Kareografi , dekor ve kostümler müthişti. Bu görsel şöleni kaçırmamanızı tavsiye ederim.

28 Kasım 2014 Cuma

Günün Şiiri: Alex Kanevsky/ İnsanoğlu Bir Gün

İNSANOĞLU BİR GÜN


İnsanoğlu bir gün;
Virgülü kaybetti:
Söyledikleri birbirine karıştı.


Noktayı kaybetti:
Düşünceleri uzayıp gitti, ayıramadı onları.


Ünlem işaretini kaybetti bir günde:
Sevincini, öfkesini, bütün duygularını kaybetti.


Soru işaretini kaybetti bir başka gün:
Soru sormayı unuttu.
Her şeyi olduğu gibi kabul eder oldu.


İki noktayı kaybetti bir başka gün:
Hiçbir açıklama yapamadı.

Hayatının sonuna geldiğinde

Elinde sadece tırnak işareti kalmıştı.
İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca.

27 Kasım 2014 Perşembe

Terzi


     Dün Kadiköy Haldun Taner Sahnesi'nde Terzi oyununu izledim. Oyunun yazarı Polonya'lı Slawomir Mrozek, yönetmeni ise Ragıp Yavuz. Yazar bu oyunu sürgündeyken yazmış.

  
        Oyun Absürt Tiyatronun en önemli örneklerinden biri olarak kabul ediliyormuş. Oyundaki her karakter aslında farklı bir şeyi sembolize ediyor. Yazarın amacı; bu sembollerle, sosyal ve siyasal düzenle dalga geçmekmiş.

      Oyunun konusu bilinmeyen bir yer ve zamanda geçiyor. Bu bilinmeyen yer barbarlar tarafından istila ediliyor ve kral tahtından oluyor. Artık barbarların liderine kral muamelesi yapılıyor. Terzinin bu oyundaki rolü ise kişileri giydirerek onlara bir ünvan vermek oluyor. Örneğin oyunda önce kral olan kişi terzinin kıyafetleriyle keşiş ve terzi çırağı rollerine bürünüyor. Bir süre sonra da gerçekten terzi çırağı gibi davranmaya başlıyor. Barbarların lideri ise yeni kral kıyafetleriyle bir anda kendini kral gibi hissetmeye ve halk üzerinde korku uyandırmaya başlıyor.  Konusunu çok başarılı buldum. Dekor etkileyiciydi. Oyunculuklar ise, absürt tiyatro özelliği göz önünde bulundurulursa, iyiydi.

       Hem değişik olsun hem de beni düşündürsün diyorsanız bu oyunu izlemelisiniz. İyi seyirler...
 
              

      

   

26 Kasım 2014 Çarşamba

A'mak-ı Hayal



          Çok farklı bir kitapla karşınızdayım. Okulda matematik öğretmeni arkadaşım tasavvuf konularıyla çok ilgili, bu kitabı okumuş ve çok beğenmiş. Bana da tavsiye edince okumaya karar verdim.

          Kitabın yazarı Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi. 1865 yılında Bulgaristan'ın Filibe kentinde doğduğu için Filibeli deniyormuş kendisine. Babası konsolos ( şehbender) olduğu için diğer bir lakabı ise Şehbender olarak kalmış. II.Meşrutiyet'in en önemli fikir babalarından biriymiş. Öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde tamamlamış. Daha sonra Duyun-ı Umumiye'de ( genel borçlar idaresi ) çalışmaya başlamış. Beyrut'a tayini çıktığında düşünce özgürlüğünü savunmak için Mısır'a kaçmış ve Terakki-i Osmani Cemiyet'ine katılmış. Burada Çaylak adlı bir mizah dergisi çıkarmaya başlamış. 1901'de İstanbul'a dönen Ahmet Hilmi bir arkadaşının ihbarı sonucu yakalanarak Fizan'a ( Libya'da bulunan bir yer) sürülmüştür. İşte burada da tasavvufla tanışmış ve pek çok tarikati de yakından inceleme fırsatı bulmuş ve son olarak Abdüsselam el-Esmer tarafından kurulmuş olan Arusi tarikatine katılmıştır.

      Meşrutiyet'in ilanıyla yeniden İstanbul'a gelmiştir. Gazeteciliğe başlamıştır. Sonrasında felsefe öğretmenliği yapmıştır. Felsefi içerikli Hikmet dergisini çıkarmaya başlamıştır. Çıkardığı bu dergide Jön Türkleri savunmuş Abdülhamid'i eleştiren yazılar kaleme alarak aydın kesimin dikkatini çekmiştir. Fakat daha sonra memleketin durumunu beğenmediğini bildiren yazılar yazarak hem ittihatçıları hem de ihtilafçılara karşı olduğunu yazmıştır ve her iki taraftanda dışlanmıştır. Çok genç yaşta 49 yaşında bakır zehirlenmesinden dolayı 1914 yılında ölmüştür.

     Gelelim kitaba; şu ana kadar okuduğum kitaplar içinde en farklısı bu kitaptı diyebilirim. Tesadüf eseri bir mezarlıkta Aynalı Baba olarak anılan bir kişiyle tanışan Raci'nin hikayesi anlatılıyor kitapta. Aynalı Baba'ya hayran kaldım; Kamil İnsan mertebesine eren bir kişi. Raci ise yolun çok başında, aşması gereken pek çok sınav var.

              Kitapta Raci her gün Aynalı Baba'nın ziyaretine gider. Her gittiğinde Aynalı Baba'nın ya neyi ya da sazı eşliğinde hayaller alemine dalar. Raci'nin her hayali bir sınavdır aslında. Kendiyle ve nefsiyle yaptığı mücadeleyi anlatır bu hayaller.

         Raci'nin her hayalini masal tadında okudum. Üzerinde düşünülecek ve sorgulanacak çok şey var. Hatta şöyle diyebilirim; bu kitap, değişik yaş aralıklarında tekrar tekrar okunması gerekiyor. Dili son derece akıcı ve sade, bundan dolayı rahat okunan bir kitap. Okumanızı tavsiye ederim.



18 Kasım 2014 Salı

Milyoner



     Yine çok güzel bir film izledim. Yazılılar okunup işler hafifleyince kendime ödül vereyim dedim. Çok da güzel bir ödül oldu bu film.  Herkese tavsiye ederim izleyin bu filmi...

    
        Filmin yazarı hintli bir diplomat olan Vikas Swarup. Film 2008 yılında yapılmış ve aynı yıl sınırlı sayıda sinemada gösterime girmiş. Film Birleşik Krallık ve Hint ortak yapımı olmasına rağmen çok entersan her iki ülkede de sinema gösterimi 2009 yılında olmuş. Filmin reklamı yapılmamasına rağmen müthiş bir hasılat elde etmiş. Seyircilerin birbirine haber vermesiyle  sinemalarda seyirci sayısı iki katına ulaşmış. 2008 yılında Toronto Film Festivali'nde ödül almış.

           

16 Kasım 2014 Pazar

Gölgesizler


       Hasan Ali Toptaş'ın Heba kitabından sonra diğer kitaplarını da okumaya karar vermiştim. Sıradaki kitabım ise Gölgesizler kitabıydı. Tıpkı Heba gibi hem şehirde hem de köyde geçen bir roman. Yine Heba'daki gibi yazar da roman kahramanlarında biri. Yazarın varlığı, Heba romanında tam olarak anlaşılmasada Gölgesizler'de net bir şekilde ortada.

        Heba kitabını okurken yazarın anlatımını -özellikle köyle ilgili anlatımını- Yaşar Kemal'e benzetmiştim. Bu kitabında da zaman zaman anlatımlarını Marquez'e benzettim. Özellikle kitabın içeriği,  Marquez'in büyülü gerçekliğine çok benziyordu.

       Kitapta en çok sorgulanan şey varlık-yokluk problemiydi. Öyleki kitabın kahramanları kendi varlığından dahi şüpheye düşüyorlar ( Descartes'ın "kendi varlığımdan şüphe duyuyorum" demesi gibi. Ama Descartes'tan daha güzel ve akıcı bir üslupla anlatmış yazar bunu). Kitapta ikinci sorgulanan şey ise zamandı. Zaman o kadar karmaşık verilmişti ki. Yazar;  hangi olayın önce hangi olayın sonra olduğuna dair hem roman kahramanlarında hem de okurda soru işareti oluşturuyor. Kitabın sonunda ise zaman kavramında geçmiş ve şimdiki zaman tamamen içiçe geçiyor. Kitabın son bölümünü özellikle de son paragrafını çok etkileyici buldum.


            Diğer kitaplarını okumadım ama yazarın bir köy romancısı olduğunu söyleyebilirim. Her iki kitapta köy ve köylüler ön planda. Zaman zaman kullandığı bazı ifadeler ( ki sık sık kullandığı için rahatsız etti) "cellat gözleri" gibi, beni rahatsız etsede yazarın anlatımını çok güçlü buluyorum. Bundan dolayı da okurken çok büyük bir keyifle okuyorum.

         Yazar bu kitabıyla 1994 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazanmış. 2004'te ise kitap Ümit Ünal tarafından filme çekilmiş. Bir fırsatını bulduğumda bu filmi de izlemeyi düşünüyorum. Gerçi kitabını okuduğum her film bende kabak tadı veriyor ama yine de izlemeyi düşünüyorum.

        Hasan Ali Toptaş'ın kalemini çok beğendim. Fırsat buldukça diğer kitaplarını da okumayı düşünüyorum. Özellikle Gölgesizler kitabı kolay okunan bir kitap değil. Ama içeriği son derece sarsıcı bir kitap ( Heba kitabı da çok sarsıcıydı). Okumanızı tavsiye ederim. Sevgiler...

14 Kasım 2014 Cuma

Ulus Parkı Cafe'si

                 
     Ulus Parkı Cafe'si; Ulus'a gittiğimde mutlaka uğradığım bir cafe. Hangi arkadaşımı götürsem hayran kalıyorlar -ki kalmamak da mümkün değil.


          Cafe'ye gelir gelmez bu muhteşem manzarayla karşılaşıyorsunuz. Ondan sonra da sevdalanıyorsunuz bu parka ve cafeye. İlk kiminle gittiğimi ve burayı nasıl keşfettiğimi hiç hatırlamıyorum. Kim bana öğretmişse  teşekkür ediyorum. Bana huzur veren bir cafe. Gece manzarası ayrı, gündüz manzarası ayrı güzel.


             Ben gittiğimde genelde Türk kahvesi içmeyi tercih ediyorum. Bu nedenle yiyecek ve içecekler konusunda size bilgi veremeyeceğim. Kimbilir belki siz gider ve bana bilgi verirsiniz? Ama her ne yerseniz yiyin üzerine bir Türk kahvesi için bence. Bu manzaranın eşliğinde Türk kahvesi çok güzel gidiyor. Parkı gezmeyi de sakın unutmayın.

         Kapalı mekanı olduğu için yılın her mevsimi rahatlıkla gidebilirsiniz. Fakat ısrarla bir yaz akşamı buraya uğrayın derim. Üzerinize de ince bir şal almayı unutmayın. Çünkü Boğaz'a tepeden bakacaksınız. Şimdiden iyi seyirler dilerim...




12 Kasım 2014 Çarşamba

Beden Yalan Söylemez



         Bugün size bir kişisel gelişim kitabının tanıtımını yapacağım. Kitabı geçen hafta arkadaşım Özlem tavsiye etti. Bana " mutlaka al ve oku" dediği için hiç vakit kaybetmeden siparişini verdim ve hemen okumaya başladım.

      Kitabın yazarı Yunan'lı bir osteopat ve kas-iskelet sistemi uzmanı. Bir nevi ağrı uzmanı. Ağrının bir haberci olduğunu ve vücudun mesajlarının mutlaka dinlenmesi gerektiğini söylüyor. Önerdiği yöntemle de vücudun üç haftada tüm kronik ağrılardan kurtulacağını söylüyor.

       Kitap genel olarak üç bölümden oluşuyor: Birinci bölümde, Pozitif Geri Bildirimin Gücü'nden bahsediyor. İkinci bölümde, Pozitif Geri Bildirim Programı'ndan bahsediyor ( kitabın en can alıcı bölümü burası). Üçüncü ve son olarak da Pozitif Geri Bildirim Araçları'ndan bahsediyor.

       Aslında kitap tamamen uygulamaya yönelik. Kendi üzerinizde adeta bir doktor gibi titizlikle çalışmanızı ve kendi kendinizin uzmanı olmanızı sağlıyor. Sabaha Övgü Ritüeli diye bir uygulaması var. Müthiş bir şey, hafta sonu uyguladım da gerçekten güne bomba gibi başlıyorsunuz.

   
               "Sen kendi kendinin uzmanı oldun mu?" diye sorabilirsiniz bana. Hayır olmadım çünkü kitapta önerilen pek çok şeyi yapmadım. Çok uzun uzun çalışma gerektiren yöntemlerdi vakit sıkıntısından dolayı yapamadım.  Ama eğer yapılırsa gerçekten iyi sonuçlar vereceğine inanıyorum.

         Şimdilik sadece kitabı baştan sona kadar okudum. Bunun sonucunda da kitabın ve yazarın iddiasını şöyle özetleyebilirim: "Kitabı uyguladığınızda sadece ağrılardan kurtulmayacaksınız. Aynı zamanda kilo sorununuzu da çözeceksiniz ve daha ışıl ışıl bir cilde, saçlara ve sağlığa kavuşacaksınız. Aynı zamanda hayata da daha pozitif bakacaksınız. Yani kısaca ışık saçacaksınız."
 
         Şu an okulda yoğun bir şekilde yazılılarla uğraşıyorum. Büyük olasılıkla hafta sonuna kadar da işim bitmiş olacak. İşte ondan sonra bende tek tek bu çizelgeleri hazırlayıp kendi kendimi inceleyeceğim. Söylediklerini elimden geldiğince uygulamaya çalışacağım. Bakalım bacak ağrılarımdan kurtulabilecek miyim? Ve ben de ışık saçabilecek miyim? Sonuçları buradan mutlaka paylaşacağım.

          

Günün Şiiri: Cem Korkut Çolak/ Yurtsuz Denizler

 YURTSUZ DENİZLER

Heybene güneş koyup gel
Özgür ateşlerin bahçesine
Yağmur üfle
Rüzgar iç !
Aşkı kafesle kalbinde

Cebinde deniz kokusu
Ellerinde bir avuç toprak
Karanlığı dindir
Suskunluğu avut
Saçında mevsim kokulu yaprak
Zarifçe çıkart üzerinden
Kibri ve zorbalığı
Yarana aşk
Suça itiraf bas !
Gözlerinde asilerin yalnızlığı
Biz birbirinin isyanına tuz basan iki keşişiz seninle,
Hangi kentin limanına üşüşse martılar
Balık oluruz yurtsuz denizlerimize.

9 Kasım 2014 Pazar

10 Kasım

                                                          DAİMA KALBİMİZDESİN

4 Kasım 2014 Salı

Spor ve Beslenme Günlüğü 4 / Pilates

             Pilates, çok uzun süredir sürekli duyduğum ama yapmaya hiç yanaşmadığım sporlardan biriydi. Nedense bir şey, çok konuşulduğunda ya da  herkes tarafından yapıldığında ben onu hemen moda olarak algılıyorum ve kesinlikle  yapmak istemiyorum.  Tıpkı bestseller olan kitapları okumak istememem gibi. Yapmak istemememde ki bir diğer neden ise bu konuda Ebru Şallı'nın sürekli örnek verilmesiydi. Bana göre O, bir mankendi ve spor hocası olmadığı için de dikkate almamak gerekiyordu.


              Kuzenim Melda uzun süredir Pilates yapıyor ve sürekli olarak bana bu sporun yararlarından bahsediyordu.Yalnız kendisini,  kilo konusunda problem yaşarken görmediğim için beni fazla ikna edememişti. Beni bu konuda ikna eden kişi ise diğer kuzenim Başak oldu. Başak'ın hem kilo problemi vardı hem de ciddi bir duruş bozukluğu vardı. Sadece televiyondaki hareketleri ( Ebru Şallı'nın pilates dersleri) uygulayarak ve yürüyüş yaparak sekiz ayda hem 12 kilo vermiş hem de duruş bozukluğu tamamen düzelmişti. İnsanın gördüğü, duyduğundan her zaman daha etkili oluyor. İşte bundan dolayı ben de Pilates'e başlama kararı aldım ve önyargıyla yaklaştığım Ebru Şallı'nın derslerini uygulamaya başladım. Hepsiburada.com'dan da pilates seti satın aldım ( çok ekonomik oldu tavsiye ederim).

       Bir yandan pilates ve yürüyüşlerimi düzenli yaparken bir yandan da internetten araştırmalar yaptım. Pilates hocalarının videolarını izledim, bu konuyla ilgili yazılar okudum ve öğrendiklerimle kendime bir program hazırladım. İlk zamanlar hem yürüyüş hem de pilatesi aynı gün yapıyordum ve bu çok yorucu oluyordu. İnternetten araştırdıklarımla kendime yeni bir program hazırladım: Bu programa göre; haftada bir gün kaslarımı dinlendiriyorum, üç gün tempolu bir saat yürüyüş yapıyorum üç günde Ebru Şallı'yla pilates yapıyorum. Hiç diyet yapmıyorum, sadece yediklerimi abartmıyorum. Tatlı da hamur işi de dahil canımın çektiği her şeyi yiyorum ( bu moralimin de düzelmesini sağladı, diyetle strese girmiyorum artık).




           Benim anladığım kadarıyla Pilates, yoga ve aerobik hareketlerinin karışımıyla ortaya çıkmış bir spor. Geçmişte hem yoga hem de aerobik yaptığım için hareketler bana hem çok tanıdık hem de kolay geldi. Hiç zorlanmadım diyebilirim.

         Pilates'in kurucusu ise Joseph Pilates'miş. En ünlü sözü ise şuymuş:
 
     "10 derste farkı hissedeceksiniz. 20 derste farkı göreceksiniz ve 30 derste yepyeni bir vücudunuz olacak."

       Sanırım benim 14 veya 15 ders oldu. Gerçekten de farkı hissediyorum. Vücudum baya esnedi, kendimi daha enerjik hissediyorum.  İlerleyen zamanlarda yeni bir vücudum olmuş mu olmamış mı tekrar yazarım. Ama bildiğim bir gerçek var:  Sadece yürüyüş ve pilatesle ve de hiç diyet yapmadan bir ayda 2.5 kilo verdim. ( Burada şunu eklemekte fayda var: Pilates zayıflatmaz sadece vücudunuzun sıkılaşmasını ve incelmesini sağlar. Ben zayıflamak istediğim için düzenli olarak yürüyüşe de ağırlık veriyorum)  Spor programıma aynen bu şekilde devam edeceğim. İlerleyen zamanlarda gelişmeleri de yazacağım. Şimdiden yaza nasıl gireceğimi merakla beklemekteyim. Herkese spor ve sevgi dolu günler diliyorum... 

         



2 Kasım 2014 Pazar

Babam 9 Doğurdu


        Bu sezon özel tiyatroda ilk izlediğim oyun Ali Poyrazoğlu'nun Babam 9 Doğurdu oyunu oldu. Tesadüf bu ya Ali Poyrazoğlu'da sezonu bugün bu oyunla açmış. Babam 9 Doğurdu oyunu,  bu yılın yeni oyunu ve sanırım ilk kez de tiyato festivalinde oynamış. Festivalden sonra ikinci kez seyirciyle buluşması bugün olmuş.


  

        Oyun beş kişilik bir kadroya sahip. Ali Poyrazoğlu evin babasını, Nur Gürkan annesini, evin erkek çocuğunu Eser Ali, evin gelinini Güneş Emir ve Selam Sevim ise kapıcının oğlu rolünü  canlandırıyor. Evin babası sünnetçilik yaparak evin geçimini sağlamaya çalışıyor. Oğlu ise küçük yaşta evlenerek babasının evine yerleşiyor. Gerek oğlu gerekse gelini çalışmayarak aileye yük oluyorlar. Derken evin annesi hamile kalıyor ve böylece komik olaylar başlamış oluyor.


         Oyunun içinde güncel olaylara da değiniliyordu. En çok alkışı ve kahkahayı ise siyasi espiriler aldı. Oyunun tamamını anlatmayacağım çünkü izlemenizi istiyorum.

        Ali Poyrazoğlu tiyatrocular içerisinde en beğendiğim kişilerden biri. Hangi oyununa gittiysem hep memnun ayrıldım. Bu oyun için çok güzeldi diyemeyeceğim ama izlenmeye değerdi. Bir aksilik çıkmazsa bu sezon,  geçen sezon izleyemediğim Asi Kuş ve Kaplumbağa oyunlarını da izlyeceğim. Ali poyrazoğlu'nun bugüne kadar izlediğim en güzel oyunu ise yıllar önce oynanan Kobay adlı oyunuydu.

         Bugün bu oyunu Trump Tower'da izledik. Oradaki sahneyle ilgili bir kaç şey söylemek istiyorum. Ne yazık ki söyleceklerim Cevahir'deki tiyatro sahneleri içinde geçerli. Sinema salonlarıyla tiyatro salonları yan yana olduğu için ve ses yalıtımı da iyi olmadığı için sinemanın gürültüsü olduğu gibi tiyatro salonunda duyuluyor. Hatta zaman zaman sahnedekilerin konuşmaları duyulmaz hale geliyor. Tiyatro için çok acıklı bir durum bu:  Düşünün sahnede sanatçılar var ve dışarda bangır bangır müzik ve konuşma sesleri. Gerçekten çok çirkin bir durum bu. Acaba bu salonlar sinema salonu olarak tasarlandı da son anda mı tiyatro salonuna çevrildiler? Öyle bile olsa yine de ses yalıtımı mutlaka yapılmalıydı. Hala yapılabilir mi bilmiyorum ama bence bu duruma kesinlikle bir çözüm getirmeleri gerekiyor.

        Son olarak şunu eklemek istiyorum. Tiyatroların özellikle de özel tiyatroların çok zor ayakta durduklarını biliyorum- ki nitekim bugün aynı şeyi Ali Poyrazoğlu'da söyledi. Seyirciye çok ihtiyaçları var. Bundan dolayı izleyebildiğiniz kadar oyuna gidin ve izleyin, sanata katkıda bulunun. Bu oyuna da mutlaka gidin derim. Çünkü bizim sanatçılara, sanatçıların da bize çok ihtiyacı var. Sevgilerimle...